30 Eylül 2011 Cuma

Th Nail Gun Massacre (1985)


1974 yılında The Texas Chainsaw Massacre ile tüm Teksas eyaleti sarsılmışken tam onbir sene sonra bir katliam daha yaşanmaya başlar.Bu sefer ise cinayet aleti çivi silahıdır.1985 yapımı slaher filmi olan The Nail Gun Massacre türünün diğer filmlerine oranla daha geri planda kalmış bir yapım.


Bill Leslie ve Terry Lofton tarafından yönetilen filmin senaryosu da Terry Lofton'a ait.Filmin baş rollerinde ise Rocky Patterson, Ron Queen ve Beau Leland yer almakta.Film de yer alan oyuncuların bir çoğunun ilk ve tek deneyimi olmuş.

Yönetmenler adına da aynı şey geçerli bu filmin ardından başka bir film projesine girişmemişler.





Peki film kötü mü?

Hayır.

Bir grup inşaat işçisi genç bir kadına tecavüz ederler ve bir kaç ay sonra askeri kıyafet giyen,motor kaskı takan ve elektronik sesler çıkartan psikopat bir seri katil ortaya çıkar.İlk işlediği bir kaç cinayet genç kadına tecavüz eden gruptan insandır.Ancak bu ilerleyenler zamanlar da önüne çıkan herkesi avlamaya başlar.Av silahı ise çivi tabancası dır.

Film başlar başlamaz daha ilk saniyelerinde tecavüz gerçekleşir ve ardından gelen bir kaç dakika sonra çivici ortaya çıkar ve cinayetler ardı ardına gelir.

Kasabanın şerifi ve doktoru olaya el atsa da hiç bir ip ucu ya da görgü tanığı bulamazlar.Her daim katilden bir adım geride olmalarına rağmen katilin cenaze arabası benzeri olan arabasını teşhis edebilmişlerdir.





Kurbanlarını hemen hemen her yerinden çivileyerek öldüren Çivici aklınıza gelebilecek her yerde insanların karşına çıkıp canlarını almaktadır.


Filmin ilerleyişine bakıldığında hiç bir şey için neden gösterilmemektedir.İnşaat işçilerinin neden kıza tecavüz ettiği ya da Çivicinin kurbanlarını neye göre öldürdüğünü ancak filmin sonlarına doğru anlamaktayız.




Tek eksik yön olan kurgu dışında The Nail Gun Massacre (1985) tarihi ve tarzı adına gaddar bir yapım.Seks sahnelerinin de açıkça sergilendiği film,seks üzerine yoğunlaşarak ilerleyen bir film olsaymış eğer muhteşem bir sexplotation/korku yapımı bizi bekliyor olurmuş.

Öyle ya da böyle Slasher filmlerini seven tüm korku izleyicilerinin beğeneceği The Nail Gun Massacre kaçırılmaması gereken bir film.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.







Devamını okuyun...>>

29 Eylül 2011 Perşembe

Demir Pençe (1969)




Çizgi romanlarla büyümüş bir yönetmenin süper kahraman filmi çekmesinden daha normal başka ne olabilir ki.

Çetin İnanç imzalı,1969 yapımı Demir Pençe Yeşilçamın en fantastik filmlerinden. Demir Karahan, Nebahat Çehre,Yildirim Gencer,Ahmet Danyal Topatan ve Feri Cansel'ın yer aldığı benzersiz bir yapım.Avrupa da ki süper kahraman filmlerinden aşağı kalmayan Demir Pençe,ne kadar yanındaki mine adında ki sevgilisiyle Batman ve Batgirl'u andırsalar da kesinlikle bize özgü karakterler.

Polis teşkilatının özel timi olan Demir pençe yardımcı mine ve yılmaz ile tüm kötü güçlere karşı savaş açmıştır.

Motosikleti,kamçısı,pelerini,maskesi,silahı ve güçlü yumruklarıyla şeytani suç kartelinin lideri Fantoma'ya karşı savaşmaktadır.


Filmin başlangıcı bizi nelerin karşıladığı anlatmaktadır aslında.Garip bir jazz grubu ve onların müziğini renklendiren yarı çıplak dansçının eşliğinde kast akmaya başlar.


Dünyanın tüm ajanları İstanbul da toplanmaktadır.Fantoma'nın en iyi adamı olan demir elli James Bond'un düşmanı Jaws'ı andıran karakter,Fantoma'nın istediği mikro filmleri aramaktadır.Mikro filmler ile profesörü takas etmek isteyen mafya ajanlar ile takas yoluna giderler ancak bu çabaları boşuna çıkar tabi ki Demir Pençe tam zamanında mekanı basacaktır.

Bunun üzerine Fantoma operasyonu bizzat yönetmek için İstanbul'a kartelin başına gelir.

Filmde Fantoma ile alakalı ilginç detaylar vardır.Fantoma'nın İstanbul'a olan nefretinin nedeni belirsiz olmasının yanı sıra,ajanların çoğunun kadın olması görsel olarak hoş gözükse de devamlı Fantoma'nın etrafında olmaları manasızdır.

Bu esna da Yılmazın hayatını kaybetmesiyle yerine abisi Yıldırım gelir.İntikam ateşiyle de tutuşmaya başlayan Demir Pençe,Fantoma'ya bunu ödetecektir.

Filmin akışı tam olarak bir çizgi roman havasındadır.Tabi ki Demi Pençe,Fantoma'yı alt eder ve Türk adaletine teslim eder.

Bir süper kahraman filmi adına ne gerekiyorsa var olan film sadece yeşilçam meraklılarının değil tüm sinema severler in izlemesi gereken bir yapım.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.


Devamını okuyun...>>

27 Eylül 2011 Salı

Zagor kara korsan'in hazineleri (1971)


1961 yılından beri çizgi roman severlerin en sevdiği kahramanlardan biri olan Zagor,can dostu ve kader ortağı Çiko ile birlikte yarım asırdır maceradan maceraya koşmaktadırlar.Kahramansız yapamayan beyaz perdenin Zagor gibi bükülmez bir bileği es geçmesi ve Yeşilçam tarafından uyarlanması bir şanstır.


Zagor kara bela'da olduğu gibi Zagor kara korsan'ın hazineleri de aynı tarihte Nisan Hançer tarafından çekilmiş.Baş rollerde ise Levent Çakır,Kazım Kartal ve Ece Cansel yer almaktadır.Kazım Kartal burada da kötülüğü temsil etmektedir.Ece Cansel ise her zaman ki gibi seksiliğini sergilemekten kaçınmamıştır.



Filmin senaryosu ise Zagor'un ülkemizde de Tay yayınlarından yayınlanan Zagor-Ölüm Feneri adlı macerasıyla Jules Verne'nin dünyanın ucundaki fener romanın bir karışımı olduğunu rahatlıkla görmekteyiz.Bu senaryo ise Nuri Seybi tarafından beyaz perdeye uygun hale getirilmiş.

Jeff Nicolas adında ki bir subayın Teğmen olan kardeşi cinayet suçuyla itham edilmektedir.Bunun üzerine Jeff,Zagor'dan yardım ister.Oysa ki katil bir başkasıdır.O gece kasabadaki salondaki kumar masasında 3 kişi daha bulunmaktadır.Ancak bunlardan biri ölü diğeri ise kayıplara karışmıştır.Bu kayıplara karışan ve aynı zamanda cinayetin tek görgü tanığı olan ise; Kazma kürek Bill adlı garip bir hazine avcıdır.Zagor dostu Jeff'e bu şahidi bulacağına dair söz verir ve Çiko'nun sızlanmalarına rağmen yola koyulurlar.



Zagor'un bu bölümü aslında oldukça önemli bir bölümdür.Bu bölümde tanıştığı Kazma kürek Bill ile maceranın ardından ebediyen dost olacakları gibi ileri ki maceralarda da okuyucuların karşısına çıkacaktır.Hatta Kazma kürek Bill'ın maceralarını anlatan özel bir sayı bile Zagor kitaplığında yer almaktadır.


Çizgi romandaki olayları neredeyse bir bir aktarmaları daha güzel olmuş.Hatta şöyle söyleyebilirim ki bir çok replik bile konuşma balonlarından bire bir alınmış.Tahminimce bir ya da iki günde çekilmiş olan Zagor kara korsan'ın Hazineleri tüm yeşilçam meraklıların izlemesi gereken önemli yapım.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.


Devamını okuyun...>>

22 Eylül 2011 Perşembe

1990: I guerrieri del Bronx aka 1990: The Bronx Warriors (1982)


Şiddettin gelecekteki halidir Post-apokaliptik filmler geleceğin dünyası şiddete dayalıdır aynı geçmişin dünyasında olduğu gibi.Sadece Avcının hayata kalabildiği bir dünya.

1990:The Bronx Warriors (1982) şiddet sinemasının tecrübeli ismi Enzo.G.Castellari imzalı geleceğin açılan farklı bir kapı.Bu Issız topraklar da seçilmiş kişi gözüyle bakılan yalnız savaşçılar ya da vahşi hayvan sürülerini andıran çeteler boy göstermektedir.Assault on Precinct 13 (1976,The Warriors (1979),Escape from New york (1981) ve Mad Max (1979) gibi sükse yapmış filmlerin izin gitmiş sıra dışı yapımlardan biri.

Baş rollerinde Mark Gregory, Fred Williamson,Vic Morrow ve George Eastman yer almakta.Senaryoda ise Dardona Sacchetti ve Elisa Briganti yer alıyor.Bunların dışında filme kesinlikle en büyük katkı ise Hell's Angels motor çetesinden gelmiş.

Değişen dünya düzeniyle bölünen eyalet sistemi bir nevi dere beyliğine dönüşürken New York'da işler daha farklı ilerlemektedir.Çetelerin hakim olduğu Bronx kendi içinde düzenin sağlamıştır.


Manhattan'ı kontrol eden güçlerin başkanı olan Vice-President'ın (yönetmen bu karakteri kendi oynamaktadır.) biricik kızı Anna,Bronx tarafına geçince işler karışır.Bronx tarafına geçtiği gibi başı da belaya girer.Patenli bir çete olan zombies tarafından saldırıya uğrarken imdadına baş kahramanlarımız Riders'lar yetişir.






Çetenin lideri olan genç savaşçı Trash tarafından korunan Anna olacakları hissetmektedir.Öte yandan başkan kızının bir kaç gün sonra ki doğum gününde yaşayanlarına güven ve mutluluk konuşması yapacak olmasına rağmen ortada olmaması bir sonra ki seçimleri tehlikeye sokacağı için endişe duymaktadır.Bunun için ise kiralık katil olan polis teşkilatının özel adamı Hammer görevlendirilir.



Çizgi roman tadında ilerleyen film gayet başarılı.Bir kaç zayıf noktasını görmezden gelmek gayet mümkün.Mesela filmin Bronx'da değil de Broklyn'de geçmesi gibi.Türünün perde arkasında kalmış filmlerine öncelik eden 1990:Bronx Warriors gece yarısı kuşağınıza renk katacak bir film.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.



Devamını okuyun...>>

16 Eylül 2011 Cuma

Katil Kadınlar









Inside (2007)

Son zamanlarda acımasız filmlerden olan Inside genç yönetmenler Alexandre Bustillo, Julien Maury tarafından filme alındı.Bir trafik kazası sonucu kocasını kaybeden hamile Sarah'ın hayatla mücadelesine gene o aynı trafik kazasının diğer mağduru olan La Femme arasındaki hesaplaşmayı konu almakta.İki Kadının bir birine karşı olan acımasızlığı görülmeye değer hatta Le femme yılların katillerine taş çıkartacak maharette.




I Spit on your Grave aka Day of Woman (1978)

Meir Zarchi'nin unutulmaz filmi I Spit on your Grave intikam alan şehirli kadının doğanın kanunlarına uyan bir kasaba çetesiyle olan mücadelesini anlatmakta.Kasabanın bıçkın delikanlı grubu sırayla üstünden geçtikten sonra intikam için ant içen Jennifer Hills,tüm çete elemanlarını tek tek ayrı yerler de yakalayarak cazibesinin etkisiyle sırayla deşer.Kanımca en iyi iki cinayet final sahnesinde ki arkadan motorlu teknenin pervanesiyle tecavüzlerden birinin kafasını parçalaması,diğeri ise küvette bir diğer tecavüzcünün erkeklik organı yerine kocaman bir delik açması.



Invasion of the bee Girls (1973)


70'lerin en sıra dışı filmlerinden biri olan Invasion of the bee Girls B-sinemanın da en iyi filmlerinden.Kadınları garip bir kozmik güç ile arı kadınlara dönüştüren bir teknolojiyle kendisine bir ordu oluşturan Dr. Susan Harris devlet için önemli olan tüm erkekleri tek tek katletmektedir.Tabi ki en önemli silahları dişilikleridir.




Cannibal Girls (1973)

Ivan Reitman daha Bill Murray'ı keşfetmeden önce yıllar önce daha hayalet avcıları gibi muhteşem bir serinin fikri bile ortada yokken bence sinemaya verdiği en iyi eserlerden biri olan Cannibal Girls ile kesinlikle benim en sevdiğim filmler arasında yer almakta.Üç kadının insan etine olan açlığını anlatan benzersiz bir yapım.





The Exorcist (1973)

Tartışmasız gelmiş geçmiş en iyi korku filmi olan The Exorcist,baş karakteri Regan MacNeil'ın şeytan tarafından ele geçirilmiş ruhunun filmde işlediği iki cinayetle listede yerini alıyor.Willam Friedkin'nin müthiş yaratıcılığıyla izleyen herkesin aklını hoplatmıştır.


Ms.45 (1981)

Exploitation filmlerinden unutulmaz iki tanesine imza atan Abel Ferrara Ms.45 ile tecavüz sonrası intikam arzusunun peşinden giden dilsiz Thana'nın hikayesinden dem vurur.New York'un arka sokaklarında hava karardıktan sonra işe koyulan Thana finalde giydiği seksi rahibe kostüm ile unutulmaz karakterlerden biri olarak sinema tarihine geçmiştir.



Spider Baby or, The Maddest Story Ever Told (1968)

Jack Hill'ın tahlisiz filmi Spider Baby or,The Maddest Story Ever Told (1968) çekildikten 4 sene sonra yayımlanmasından dolayı tahlisiz bir film olduğunu söylüyorum.1964 yılında yayımlansaydı eğer büyük ses getireceği tartışılmazdı ancak dönem kaçınca film ancak 1980'ler de bilinir hale geldi.Merrye Sendrom adındaki çok nadir gözüken bir psikolojik hastalığı konu alan film,bu kurtuluşu bulunmayan Sendroma yakalanmış Virginia'nın hastalıklı hikayesine şahit olmaktayız.Bir örümcek gibi ağ attıktan sonra kurbanını iki adet keskin bıçakla lime lime doğrayıp insan etine olan açlığını gidermesi de cabası.




Dracula's Daughter (1936)

İlk Lezbiyen Vampir örneği olan Carmilla 1872 yılında Sheridan Le Fanu tarafından yazılmış sinemanın gelişmesiyle korku sinemasının en erotik karakterlerinden biri haline gelmiştir.
Dracula's Daugther ise babasının ölümden sonra babasının yolunu izleyerek Londra'nın sisli sokaklarına kendini atar.Ressam bir kontes olan Marya Zaleska içinde ki kötülüğe karşı koyabilmek için genç ve yakışıklı doktor Jeffrey Garth'dan yardım istese de tabloları için kan akıtmaktan vazgeçemez.




Killer Nun (1979)

Nunsploitation furyasının son örneklerinden olan Killer Nun,İtalyan yönetmen Giulio Berruti'nin en güzel yapımlarından biri.Anita Ekberg gibi seks sembolünün yer aldığı filmde Rahibelik hayatından bunalmış olan Rahibe Gertrude'nin hikayesi anlatılmakta.Ekberg'ın şeytani performansı ve korunmaya muhtaç çaresiz yaşlılara yaptığı zulümler kesinlikle görünmeye değer.




Miss Muerte aka Diabolical Doctor 'Z' (1966)

Yönetmen Jesus Franco olunca kadınlar her daim ön plan da yer alır.1966 yapımı Miss Muerte yönetmenin klasiklerinden olması bir yana en ölümcül dişilerden birini de içinde barındırmakta.Dr.Zimmer'ın akıl almaz deneyi sonucunda onunla alay eden Bilim kurulu önünde küçük düşmeyi kabullenemeyen Zimmer kalp krizi geçirip oracıkta ölür.Bunun üzerine İntikam yemini eden kızı Irma babasının ölümüne neden olan bilim adamlarını tek tek avlamaya başlar.Unutumaz karaterlerin arasında yer alır.Kurbanlarını avlamak için ise Dans kulübün de çalışan uzun tırnaklı seksi dansçıyı Miss Muerte'yı kullanır.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.

Devamını okuyun...>>

12 Eylül 2011 Pazartesi

Rabid Dogs - Rabid Dogs (2011)


İtalyan sineması o kadar önemli ki yaptıkları her eserle sanatın her dalına ilham kaynağı olamayı başarmışlardır.Kanımca modern bir sanat olan grindcore'un da yeni temsilcilerinden olan Rabid Dogs,İtalyan Grindcore tayfasından dinlediğim en temiz sound sahibi grup olması bir yana Mario Bava'nın efsanevi filmi Rabid Dogs(1974)'dan aldıkları isimleri ve filmin havasını bire bir müziklerine yansıtarak beni mest ettiler.

Filmde ki Suç,Şiddet,Gerilim ve İstismarı müziklerine de yansıtmayı becermiş olan elemanlar 2009 dan beri aktif müzik yaşamlarında ilk albümlerini de dinleyenlere sundular.Dört(Cephalic Records, Don Carlos Productions, Hecatombe Records and Vomit Your Shirt) farklı firmadan çıkan albüm Ailen adlı stüdyoda kaydedilmiş.


Üç kişilik grupta herkes vokali üstlenmiş.Koro halinde vokallerin yanı sıra scream ve brutal vokaller de yer almakta.Grup elemanlarının lakaplarını da filmde ki kanun kaçaklarından alması daha manalı olmuş.

Blade-Vokal/Bas
Doc-Vokal/Gitar
32-Vokal/Davul

On beş parçanın bulunduğu albüm otuz dakika sürüyor.

01 - Intro
02 - Rabid Dogs
03 - Sex, Drugs & Corruption
04 - Politicians
05 - Cop's Blood
06 - Gang War
07 - The Big Racket
08 - Fernet Death Squad
09 - Killer Elite
10 - The Poo Man
11 - Those Of The Uno Bianca
12 - Bankrobbers
13 - Don Carlos
14 - Self-Made Justice
15 - A Dangerous Toy

Hardcore,punk ve brutal ögeleri çok iyi işleyen grup Sex,Drugs & Corruption parçasında bariz bir şekilde sergiliyor.Rabid Dogs Filminin ost'unun ardından gelen parça ya da sade ve güzel bir klip çekmişler.Çok yerinde bir kayıt yapmış oldukları kesin.Kendi imkanlarıyla çıkardıkları albüm için pırıl pırıl.Politicians,Cop's Blood ve Gang War daha fazla hardcore tabanlıyken,Big Racket,Killer Elite,Bankrobbers'ın Blastları tadından yenmiyor.


Zaman zaman iki farklı grupmuş izlenimi verse de alışıla gelmiş İtalyan grindcore gruplarından bir adım ötede oldukları kesin.
Lord magius/Haribo extreme culture aittir.





Devamını okuyun...>>

8 Eylül 2011 Perşembe

Spider Baby or,the Maddest Story Ever Told (1968)


Spider Baby korku sinemasındaki tartışmasız en akıl dışı,en hastalıklı ve en sapkın hikayelerden biri.

1968 yapımı filmin arkasında ise amerikan Grindhouse'un en köklü isimlerinden Jack Hill yer almakta.Coffy,Switchblade sister,Foxy Brown gibi filmlere imza atmış olan yönetmenin 1968 yılında yakaladığı çıkışın son meyvesi Spider Baby or,Maddest Story Ever Told (1968)'yle turnayı gözünden vurmuş.

Başrol de Lon Chaney'nin yer aldığı filmde Oyunculuğunun ilk yıllarında olan Sid Haig'in yanı sıra B-movielerin seksi kraliçesi Carol Ohmart güzelliğiyle boy göstermekte.Filmin as oyuncusu ise Virginia (spider baby) Jill Banner canlandırıyor.


Merrye Sendrom adındaki çok nadir gözüken bir psikolojik hastalığı konu alan film,her şeyiyle dört dörtlük olsa da 1964'de çekilmiş olduğundan 68'de vizyona girince dönemin yapımlarına göre düşük kalıyor.2004 yılında müzikal olarak da sahneler de gösterime sunulan Spider Baby bu haliyle de beğeni toplamıştır.

Quinn Redeker'ın canlandırdığı Peter karakterinin anlatığı bir hikaye tadında başlayan film Merreye Ailesinin evinde kurban edilen bir postacının getirdiği mektup ile ciddiye biniyor evin kahyası Bruno miras davası için gelecek olan akrabaların çocukların bu durumunu görmemesi için endişeye kapılır.


Çıkarcı misafirlerin gelmesiyle garip davranışlarını bir nebze olsun çeki düzen vermeye çalışan çocuklar genede tuhaf davranmaktadırlar.Yemek vaktinin de gelmesiyle gerçek yüzlerini gösterirler.Ev de yiyecek hiç bir şey olmadığından misafirlerine,fırında kedi,çalı salatası ve soslu solucan gibi enfes yemekler sunarlar.

Chaninsaw Family andıran aile kanımca da onlarda geriye aşa değildir.

Yemeğin ardından yataklara yönelen misafirler bir an önce günün doğması ve bu tuhaf evi terk etmek için sabırsızlanırken filmin en bomba sahneleri de peşi sıra patlar.Carol Ohmart'ın gecelik ve iç çamaşırlarıyla aynın karşısında kendini izlerken Ralph'ın gözetlerken aldığı hazzı hiç kuşkusuz izleyende almakta.Schlocker'ın katledilmesinden sonra,Ralph'ın Emliy'e tecavüz etmesinin ardından gelen müthiş final ve yok oluş sorusu tüh be bitti gibi bir tepki vermemize neden oluyor.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.



Devamını okuyun...>>

2 Eylül 2011 Cuma

Zombiler ve Şiddet


Şiddet insanoğlunun en başlı dışa vurumlarından biri kanımca ve hatta ağlamakla gülmenin ardından gelen 3 tepki.Korkarak,öfkelenerek ve çaresiz kalarak baş vurduğumuz şiddet eylemi iş görsele döndüğünde insanların en çok tepki alan görsellerin başında olmasıda insanlığın ayrı bir çelişkisidir.

Zombi filmlerindeki şiddet Hegel ve Sartre'nin belirtiği arzu çatışmasıdan daha çok Nietzche'nın Nihilist yaşamda şiddet felsefesinin tam ortasında yer almaktadır.

Night of the living Dead'ın ardından modern zombie anlayışı tüm dünyaya korku salmaya başlamasıyla birlikte gerçek yüzleri olan şiddetti en saf haliyle göstermeye başlamıştır.
Romero'nun iki milat filminin ardından (Night of the living dead-Dawn of the dead) 1968 ile 1978 arasında ki dönem ve sonrasındaki Avrupa sineması ve Amerikan B-movielerinde boy gösteren zombi filmleri kanımca zombilerin altın çağıydı.

Bu altın çağı tetikleyen faktörler arasında en büyük etkenlerden biride hiç kuşkusuz Marvel çizgi romancılığın Zombie adlı korku yapımı ve Creepy,Errie serileri 70'ler de ki bir çok zombi filmine ilham kaynağı olduğu gözle görülür bir gerçek.

Armando de Ossorio'nun Blind dead (1971-1975) serisinde tarihin derinliklerinden gelen lanetli tapınak şövalyeleriyle dehşet saçarken,Children Shouldn't play dead things ile Bob Clark şeytanın tüm güçleriyle ölüleri ayaklandırırken,Christoper Lee'nin baş rolde yer aldığı Horror Express adlı ispanyol yapımında ise tibetin derinliklerinden donmuş olarak bulunan dünyanın ilk günlerine ait bir varlığın bedeninde yer alan uzay dışı bir cismin insanları köleleştirek zombilere çevirmesi olay yaratmış,1977 Shocking Waves de ise nazi zombi askerleri Floridanın sahillerinde yeniden hayat bulmaktadır.



Altın Çağ

Dawn of the Dead (1978) İtalya'da Zombie adıyla yayımlası aslında bu muhteşem dönemin başlamasının nedeni.Argento ve Romero'nun ikincisini çekmeyi planlarken Lucio Fulci'nin elini çabuk tutup 1979 yılında Zombie 2 adıyla sinemalarda gösterime giren kanımca da gelmiş geçmiş en iyi zombi filmi olan bu yapım,bir çok ülkede ağır makas yiyerek yayımlanırken bir çok taklit yapımı ve devam filmleri de kısa süre de geldi.Dünyayı ayağa kaldıran bu film,Dawn of the Dead'in devamı gibi algılansa da bence tam Night of the living Dead ile Dawn of the Dead'ın ortasında ki kayıp hikaye gibi.

Hatta denemenizi tavsiye ederim ilk önce Zombie 2 'yı,ardından da Dawn of the Dead'ı izlemek daha keyif verici.Hiç kuşkusuz Zombie 2'nın bu kadar başarılı olmasında ki en etkili neden su takılmamış bir vahşet gösterisini içinde barındırması dışında Gianetto de Rossi'nin imzasını taşıyan zombi figürlerinin gaddarlığı.

Zombie 2'le başlayan gore zombi furyası italyan sinemasında çabucak dallanıp budaklanmıştır.Ruhsuz bedenlerin geçit törenine karşı insanoğlunun hayatta kalma savaşından kesitler sunan bu yapımlar,insanlığın sonunu getirecek tam olarak nedeni belli olmayan dini öğeler ve bilimsel öğeleri çaresiz bırakan lime lime bedenlerin güç gösterisini tüm saflığı ile ele alırken,insan oğlunun modern yaşam düzeninde ki ego tatminine bağlı şiddet arzusunu en olan haliyle ortaya sürmektedir.Nihilistik yaklaşımın dışında ikonoklastik bakış açısı da zombi filmlerinde çokça gözükmektedir.Beyaz perdeye bu yansımaların temelinde ise modern çağ insanın sistem içinde ki sıkışıklığının kurtuluşu olarak algılanması garipsenemez.



Çeşitli kural ve kanunlara göre yaşamımızı sürdürmek zorunda kaldımızdan dolayı genetik geçmişimiz de bulunan yaşam mücadelesine en kolaydan dönüş şekli gibi gözükmektedir.Öldürmek,yağmalamak,güvenli yerde barınmak-saklanmak,en temel ihtiyaçlar dışındakileri yok saymak ve savunma iç güdüsüyle çekiciliğini artırmaktadır.

Umberto Lenzi Nightmare City (1980) Nükleer kaza sonucu zombileri yataklandırıken,İtaşyanın Ed Wood'u Bruno Mattei ise gene aynı tarihte Hell of the Living dead ile insan aklının sınırlarını zorluyan bir kaos şölenini gözler önüne sererken,Andrea Bianchi Burial Ground'la izleyiciye çürümüş cesetler ile korku saçıyor.



En belirgin olarak ele aldığım film isimleri dışında gene Lucio Fulci'e ait olan The Beyond (1981),City of the Living Dead(1980) ve 1988 yılında ki Zombi 3 tartışmasız türünün en iyi filmleri arasında yer almakta.Fransa da Jean Rollin Zombie Lake (1981) ile nazi zombilerini canlandırırken İspanya ayağında Jesus Franco Oasis of Zombies (1983) benzer bir konuyla karşımıza çıkıyor.

Furyanın ilgisini kaybetmesi bir yana rakamların büyüdüğü Sinema sektöründen 90ların ilk yarısından sonra bu tarz yapımların sonunun gelmesi yeri geldiğinde göz yaşı dökülecek kadar üzü olmaktadır.

Eski kıtada yaklaşım böyleyken yeni kıtada ise;işler Romero'nun tekelinden çok uzağa gitmemiştir.
Kiyamet yaklaşımının dışında etkiliyici senaryolarıyla Dead and Buried (1981) yer almakta.

Daha çok komedi/teenage olarak ele alınan gore oranı yüksek olsa da bir kaçı dışında pek başarılı oldukları söylenemez.Buna keza 80'ler de pek dikkat te almayan Amerikan sineması 2000'lerin başlarından itibaren günümüze kadar 100'lerce kendilerince çeşitli mutasyon evreleri yaşattıkları zombi filmlerinde yeni bir çığır açtıklarını düşünmektedirler.

Son olarak sistemin en küçük oyununa dahi gelmeyen çarkları cürümüş bedenleriyle yok eden zombiler,sıkıçı ve bunaltıcı düzende insan oğlunun en öz duygularını kabartarak bir anlığına bile olsa yaşadığı hayata göz atmasına parçaladığı bağırsaklarla neden olur.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.


Devamını okuyun...>>
Related Posts with Thumbnails