29 Mayıs 2011 Pazar

Çağrılmayan Yakup

I

Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kere söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım
Biri olsun "Yakup!" diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
Sonra bir güzel yıkanayım da.
Ben size demedim mi.

Evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
Sanki böyle niye ben oradan geliyorum
Telaşlı, aç gözlü kurbağalara
Bakmaktan
Bilmiyorum
Bilmiyorum, bilmiyorum
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? Hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Bazen karıştırıyorum ya, çok uzun bir gündü
Sonra bu çok uzun günün sıcak bir günü
Kediler kırmızı alevler halinde koşuyordu
Onlar işte hep boyuna koşuyordu
Birileri çıkıyordu ordan burdan

Hiç çıkmamak halinde ve ölgün
Birileri çıkıyordu
Geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık
Bir pencerenin sokağa doğru içinde
Bu uyum korkunçtur Yakup!
Yakubun olması korkunçluğudur bu
Dünyanın insana doğru içinde
Yakup, Yakup!
Burdayım, yani ben.. evet, geliyorum
Lambayı söndürmesinler, geliyorum
Siz bütün lambaları yakın, evet
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Ve kendine bilinmeyenler yaratan Yakubum ben, iyi ya
Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
Hep böyle istiyorum, ayıp değil ya
Durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum
Bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde
Ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum
Bir ölünün günü boyayan renginde
Çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar
Kayalardan dondurmalar sorduğum
Ben, yani Yakup, Yakubun hiç çağrılmamış şekli
Kim bilir ne diyordum
(Kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına
Bir baykuş tarafından
Ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu
Ben ne oluyordum.)

Bütün iskemleler ağır ve hastalıklı
Bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak
Bunu Yakup söyledi
Dedi ki, çünkü herkes Yakubu yaşıyordu, bense
Çöllerden ve kızgın güneşlerden icatlar yapıyordum
Kızgın kağıtların üstüne
Ve alevler halinde dünya bana dokunuyordu
Ve ayakta soğuk bir bira içmiş kadar bir anlamım oluyordu bazen
Oluyordu ve bir de
Bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben
Kendimi koruyordum
Bunu bana Yakup söyledi
Öyle bir Yakup ki bu, onca din kitaplarının sözünü bile etmediği
Kimsenin sözünü bile etmediği bir Yakup
Ben
Bunu hep biliyorum
Bunu hep biliyorum ve işte
Özgürüm, cezasız duruyorum.


II

Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Telaşlı, açgözlü kurbağalara
Bakmaktan geliyorum. Ben sanki Yusuf
Ve Yusuf değil
Her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
Ve durmuyorum. Ben işte Yakup
Yok artık karıştırmıyorum.

Taş merdivenleri ağır ağır çıktım, bunu ben böyle yaptım
Eski taş merdivenleri. Yanımdan bir sürü adam
Geçti ve kolayca gittiler
Müzik aletleri renginde ve pırıl pırıl gittiler
Yanan güneşin altında
Onlar ki.. onlara benzer şeyleri ben çok gördüm
Ve onlar bir zamanı tamamladılar, öyle yaptılar
Ve sordum
Yakup daha başka nasıl bir Yakup olsun
Ve onlar daha başka nasıl bir onlar olsunlar ki
Yakup ve onlar nasıl olsunlar. İşte ben taş merdivenleri
Kurbağalara bağlayan taş merdivenleri
Durmadan kendimle karıştırıyordum
Kimse beni tutup çıkarmıyordu
Vıcık vıcık taşlar duyuyordum ayaklarımın altında
Anlamsız, yapışkan bir yığın taşlar
Yoruldum! bunu sanki biri söyledi
Yakubun biri
Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
Kendime bir isim düşünerek
Birden ki bir isim düşünerek kendime. Hayır bu kimse değil
Ancak gelebildim

Aşağıda bir luna park kımıldıyordu. Ah kurbağalara bakmam gecikecek
Luna park kımıldıyordu, hem öyle değil
Bu uyum korkunçtur Yakup
Bir yokluğun kımıldamaya doğru içinde
Ve sen ki böyle tanımlanırsan Yakup
Yakuup!
Bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı
Gene bir Yakup olmalı bu, Yakup
Kurbağalara bakman gecikecek, bunu ben nasılsa söylüyorum
Nasılsa ben bunu bir kere söylüyorum
Günşse kırmızı top taşıyan bir adamın tahta bacağını çok yakıyordu ki
Adam içinden bağırdıkça dünya
Ters yönden yaratılıyordu, diyebilirim
Bir öğle üzeriydi adamın içindeki kalp
Kan kalp
Kırmızı top
Yakıcı dönüşümler çıkaran
Belli ki susmak yaratılmamış şekliydi dünyanın
Öyle değil mi Yakup
Hemen hemen öyleydi, Yakup bunu söyledi
İyi ki söyledi. Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
Şimdi bir kurtarabilsem ayaklarımı
O benim ayaklarımı.. taşlardan
Bir kurtarabilsem
Saat on ikiyi gösteriyordu ki, ben nerdeydim
Bir zamansızlığın Yakuba doğru içinde
Saat on yediyi ve yirmi biri
Gösteriyordu ki, ben nerdeydim
Her saniyedeki ve işte her saniyedeki
Ben, yani Yakubun o dağılgan şekli
Nerdeydim.

Bilmem ki. Bir avukat benim ellerimi tuttu. Gözlüklü bir kadındı bu, iyi mi
Kim bilir bir çağın neresinden burada. Anlaşılması
Yoktu ki. Kendine özgü bir duruşu
Yoktu ki. Pek güçlü kolları vardı yalnız
Ne diyordum, ben işte Yakup
Çekiverdi beni taş hamurun içinden
Pek öyle gürültüyle değil
Bir başka yapışkanlığın içine
Çekiverdi beni
Göğüsleri pek hoştu, ipekli bir giysinin altındaydı onlar
Sonra elleri ve kalçaları pek hoştu
Kılların ve bütün oynak yerlerin ölümlere doğru içinde
Bacaklarıyla bir şeyler bir şeyler bir şeyler yapıyordu artık
Onu ben çok iyi görüyordum. Ama çarşaflar, öyle bir takım kıpırdanmalar araya
giriyordu
Engelliyordu bizi
Ter içindeydik. Ellerimden çekiyordu. Ter içindeydik
Beni kurtarmak istiyordu, bir isim gibi Ben'i
Ter içindeydik
Terlerimiz üstümüzde duruyordu, yıkanmış yeni kaplar gibiydik
Üstümüzde ölgün ve kararsız su tanecikleri bulunan
Biz Yakup
Biz gözlükten, taş hamurdan ve beyaz çarşaflardan
Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış
Kurbağalara geldik.


III

Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Masalarda oturmuşlardı. Ben oradan geliyorum
Yazı makineleri, kağıt sesleri
Ben oradan geliyorum.

Önce bir kenarda durdum, hiç kimse beni çağırmadı
Sonra bir yer bulup oturdum. Hadi bir sigara içeyim dedim
Olmaz, dedi mübaşir kılıklı kurbağanın biri
Belli ki yeni tıraş olmuştu, bana yakasından bir kopça eksik gibi geldi
Öyleyse peki, dedim, ayağa kalktım, şöyle bir duvara dayandım
Bu kez de duvarlarda sanki duvarca bir sözdizimi
Olmaz ki, Yakup!
Peki Yakup ne yapsın, bu aklımdan bile geçmedi
Herkesin durduğu bir yere gittim. Ben Yakup
Ya onlar kimdi
Aralarına aldılar beni. Artık ben hiçbir şey göremiyordum
Biri bir şeyler söylüyordu yalnız, yüksekçe bir yere oturmuş
Onu ben duyuyordum
Duyuyordum, sesi başımın üstünden dünyaya yayılıyordu
Ve "Yakup" sesini ancak anlıyordum. Yakubun ötesinde
Birtakım sözler ediliyordu, onları ben anlamıyordum
Anlamıyordum ama, iyi sözler söylemiyorlardı benim için
Sonra bir şey daha vardı anlamadığım: yani ben neydim ki, ne yapmış olmalıyım
Ben, yani Yakup
Dedim ki kendi kendime, insan ne söylerse söylesin
Ve ne yaparsa yapsın, öyle değil mi
Bütün bunlar bir bir kalacaktır yaşamanın içinde
Diye düşündüm ya ben
Ben, yani Yakup
Bütün gücümle bunu bağırdım
Ben ki bağırdım işte, bütün kurbağalar bir olup beni dışarı çıkardılar
Bir odaya aldılar beni, ellerime gözbebeklerime
Daha başka yerlerime de baktılar
Sonra bilmiyorum ki, kapıyı gösterdiler bana
Ben, Yakup, beni hiç kimse çağırmadı
Sokağa çıktım, bir sürü yerlerden geçtim. Şimdi
Hatırlıyorum da, bir deniz kıyısında azıcık durabildim
Yosunlar, kumlar, şeytan minareleri
Ve kumlarda katılaşmış kıvrımlar
Bağırdım, bağırdım, bağırdım
Tanrının ayak izleri!
Tanrının ayak izleri!


IV

Kurbağalara bakmaktan geliyorum. Ben Yakup
Bunu Yakup söyledi
Yıkanmış çamaşırlar duruyordu odamın penceresinde
Gök işte bu beyazlıktan azıcık alıp veriyordu, diyebilirim
Bir kırlangıç onu kirletmese
Ki onlar o kadar çok siyahtırlar ki, ben
Onları hiç sevmem
Ve demek ki benim odamda hiç kimseler yoktur
Odamın düşünülmesi halinde bile
Kimseler yoktur
Biri sanki çarşıya çıkmıştır sürekli bir biçimde
Ve biraz da çarşılar
Ve durmadan satılan o kırık dökükler bitmez ki
Bitmesin
Çünkü bir gün bir boy aynası satın almak istiyorum ben
Kirli ve eski
Bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde
Onu ben taşıtmak istiyorum, caddelerin
İntiharlara doğru büyüyen içinde
Ben, yani Yakup
Kurbağalara bakmaktan geliyorum işte
Açgözlü, mor kurbağalara
Akşama doğru birdilim ekmek yiyeceğimbelki
Bir bardak da süt içeceğim. Sonra
Bir güzel uyumak istiyorum, bütün gün çok yoruldum
Ben
Gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan
Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış Yakup
Uyumak istiyorum.

Ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım
Yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde.


Edip Cansever / Çağrılmayan Yakup (1966)

Şiiri, Bukowski'nin sokmaya çalıştığı imaj dahil sevmiyorum, Edip Cansever'inkiler hariç.
Şiirin 'çok' tanıdık gelmesi sorun değil, nasılsa bok, sidik ve terin yanında meşru tek atıktır gözyaşı.
Devamını okuyun...>>

28 Mayıs 2011 Cumartesi

George Kollias - Ithyphallic

Yunan olmasına rağmen sevdiğimiz George Kollias'ı izlememize saatler kaldı.
Kevin Talley ve Derek Roddy'i de bekleriz.

Özellikle sen Kevinciğim...Biliyorsun senin çaldığın parçaları dinlerken ne hissettiğimi..x
Devamını okuyun...>>

Cardiac Necropsy-Morbid Scum Divison (2011)


Uzak doğudan sayılı takip ettiğim gruplardan biri de Cardiac Necropsy,geçtiğimiz günlerde yayımladıkları Morbid Scum Divison albümüyle 3 stüdyo albümlerine imza attılar.

Singapurlu grup ilk dönem Thrash yaptıktan sonra 2000'li yılların başında Death/Grind ardından da şuan ki tam oturmuş Grindcore tarzları ve sapkın içerikleriyle uzak doğu seks piyasasını notlara dökmüşler.Şarkı sözlerinde özellikle gore ve porn üzerinde durmaları yaptıkları işi aşığı yukarı tahmin etmeye yetse de Avrupa ve Amerika da ki son dönem büzükdaşlarına göre daha temiz bir iş çıkarmışlar.

Grupta yer alanlar ve görev dağılımı ise;

Yuz Jahanam (Yusri Maha Durjana) - Vokal
SikFuck - Gitar
IllKrovin - Gitar
SikBastard- Bass
Tremor (Halim) - Davul


Grubun davulcusu olan Tremor'u daha önce gene singapurlu olan Wormrot adlı grup ta da yer almış.

Albümün kapağını kimin tasarladığına dair bir bilgi edinemedim ancak gayet iyi bir iş çıkarmış.Uzak doğunun seks sembollerinden biri olan ahtapota albüm kapağının fonunda tabi ki yer almakta.

Herhangi bir plak firmasıyla çalışmayan grup elemanları on altı parçanın yer aldığı bu leş albümü kendileri yayımlamışlar.


1. Boobsexxx Hellsquad
2. Brass Knuckle Faggot Fisting
3. I Pee Fire
4. Cunt Spawned Maggots
5. I Am The Bastard
6. Zombie Midgetfuck
7. Fucked By Pigs
8. Drunken Chinese Girlfriend
9. Double Dildo
10. Deepthroat
11. Rape And Rumble
12. Sundal
13. Hellwhore High Heels
14. Number Of The Bitch
15. Fuck Your Wife With A Butcher Knife
16. Bapok Nak Work

2009 yılında yayımladıkları dörtlü split albümde yer alan 5 parça bu albümde de yer alıyor.Bunun dışında Number of the Bitch'e çektikleri video klip de gayet eğlenceli.

Sağlam davul partları ve temiz gitarlarıyla dikkat çeken Cardiac Necropsy,uzun süre kulaklarımızı kazıyacak gruplardan biri olarak gözükmekte.Balgamlı guttural vokalin üstüne gene brutal okunan koro vokal güzel bir uyum sağlamış.Homurtu karmaşası gibi dursa da dinlenebilir.
Vokal harici müziğin nizami oluşu grubu fazla fazla kotarmış.Kimi parçalarda yer alan thrash soloları ve yer yer teknik riffler de kötü durmamış.Baştan sona pornografik ve kanlı bir death/grind sergileyen Cardiac Necropsy kesinlikle dinlenmesi gereken bir grup.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.






Devamını okuyun...>>

Panic in Year Zero ! (1962)




Yarı kurgu olsa da Post-Apokaliptik ve Post-Nükleer senaryolar insan oğlu için gerçeğe en yakın felaket senaryosu olduğu kesinlikle tartışılmaz bir durum.

Soğuk savaşın sen sıcak yıllarında bir çok nükleer saldırı alarmına geçip haftalarca sığınaklar da yaşamış olan amerikan halkı için en iyi hisseden de onlardır.Daha sonra ki yıllar da cernobil ve geçtiğimiz aylar da Japonya da yaşanan depreme bağlı olarak nükleer sızıntı tüm dünyaya bu gerçekliği bir daha tüm çıplaklığı ile gösterdi.

Meşhur oyuncu Ray Milland'ın oynayıp ve yönetiği buz gibi filmde Jaen Hagen,Frankie Avalon ve Mary Mitchel eşlik ediyor.

Ward Moore'nin yazdığı Lut ve Lut'un kızı aldı kitaplardan esinlenerek senaryosu oluşturulan film kesinlikle hollywood yapımlarını tokatlayacak bir B-movie.

Sıradan başlasa da ilk çeyreği atlatıldıktan sonra nefes kesen bir hal alan hikaye kesinlikle oldukça gerçekçi.

Sabahın erken saatlerinde evlerinden ayrılıp L.A dışında kamp yapmak için yola koyulan Baldwin ailesi yolda beklenmedik bir ışık patlamasıyla karşılaşırlar.Sabah ilk saatlerinde olan bu ışık patlaması ve radyo yayının kesilmesi aileyi şoka sokar.Arkalarına bakıp gördükleri devasa nükleer mantarı gördükten sonra gözlerine inanamazlar.




Derhal acil durum duruma geçen aile ilk baş durumun ciddiyetini kavramaya çalışırlarken kendilerini buldukları karmaşa ortamında ilkel insanlar gibi savunmaya başlarlar ve tarih öncesinden kalma bir mağaraya yerleşirler.artık tarih 0.0.0 göstermektedir.



Mercury Monterey marka kullanan aile daha sonra ki yıllarda gelecek olan post-apokaliptik projelere esin kaynağı olmuş ve motorize nın böyle durumlardaki öneminin bir nevi simgesi haline gelmiştir.Tabi benzin yettiği kadar.

Filmde bir diğer dikkat çekici olay ise Ray Milland'ın psikolojik yaklaşımı.İnsan davranışlarından yola çıkarak olayın odak noktasını kıyamet olarak değil de insan olarak belirlemesi benzer bir durum anında eğer hayatta kalırsak ne gibi bir durumda olacağımızı rahatlıkla gözlemleyebiliriz.

Fantastik yaklaşımdan uzak olan tamamen gerçekçi bir yaklaşımla beyaz perde de izleyenlerin kanını donduran Panic İn Year Zero! kesinlikle türünün diğer filmleri gibi görülmeye değer.




Lord magius/Haribo extreme culture aittir.


Devamını okuyun...>>

Dirt Devil -Exorcist


Devamını okuyun...>>

26 Mayıs 2011 Perşembe

The Land Unknown (1957)


İkinci dünya savaşı sonrası soğuk savaş dönemi dünya ve insanlık adına zor zamanlar olsa da beyaz perde de oldukça renkli ve verimli bir dönem süre gelmiş olduğu kesin.Bir çoğu üstü kapalı bir biçimde güç gösterisi olan bu soğuk savaş dönemi korku/bilim-kurgu filmleri,1950'den 1960'ın ilk yarısına kadar süre gelen furya,sinemada eşi benzeri görülmemiştir.

Bu sıra dışı eşi benzeri olmayan furyanın türev kardeşi de daha sonra 1970'lerin son dönemiyle 1990'ların ilk yarısına kadar süre gelmiş olan Post-apokaliptik ve fütüristik örnekleriyle yer almaktadır.

The Land Unknown (1957) de bu hastalıklı dönemin en güzel filmlerindendir.Furyanın final dönemine yetişmiş olan yönetmen Virgil W.Vogel tarafından yönetilen filmin senaryosu ise Charles Palmer'a ait.

Filmin hikayesi 1947 yılında Antartika da keşfedilen sıcak su yatağından esinlenerek beyaz perdeye aktarılmış.Daha önce Mole People (1956) yöneten Virgil W.Vogel,bu filmde de maliyeti en az seviyede tutmuş.

Filmde bir de Miss Amerika yer alması filmin izlenirliğini attırmış.1940 Miss Amerika ödülünü alan Shirley Patterson bu film dışında daha bir çok dönemin korku/bilim-kurgu b-movie yapıtlarında da yer almış.

Filmin mevzusuna geldiğimizde,

1947 yılında yapılan keşif felaketle sonuçlanmış ve ordunun dört değerli mensubu şehit olmuşlardır.Ancak ''güçlü'' amerikan ordusu bu araştırmalardan yılmaz ve güney kutbunun da gizemini çözeceklerdir.Bu araştırma için yeni talihliler,Harold Roberts,gazateci Margaret Hathaway,Mate Steve Miller ve Jack Carmen görevlendirilir.

25 gün süreleri bulunan araştırma ekibinin güney kutbuna donanma kuvvetlerinin eşliğinde ilerlemesi kesinlikle bir gövde gösterisinden başka bir şey değil.

Kutba varan araştırmacılar helikopterle kutbun kıta derinliklerine doğru araştırma için ilerlerken beklenmedik bir anda güney batıdan fırtına önlerini kesmektedir.Gemiden geri çağrılmalarına rağmen geri dönemezler.Fırtınanın ortasına giren pilot birden bir hava akımının içinde kalır ve beklenmedik bir şekilde deniz seviyesine yaklaşırlar burada çakılmaları beklerlerken deniz seviyesinden de aşağıya inip bir kratere yumuşak bir iniş yaparlar.

Buzların arasındaki bu krater deniz seviyesine göre adeta cehennemi andırmaktadır.Sıcaklık tropikal iklimden bile yüksektir ve tarih öncesi bir izlenime sahiptir.Bir süre araştırdıktan sonra dinozorlar ile karşılaşırlar ve beklendik olaylar ardı ardına patlak verir.

Akılıca bir iş yapan yönetmen bazı dinozorları maket,bazılarını kostüm kullanırken,bir diğer zekice kullandığı ise kertenkele dir.

Jurassic Park serisinden yıllar önce çekilen bu vahşi ve gizemli film görülmesi gerek,geçmiş sinemasıyla günümüzün sentetik sineması arasında saf kan bir köprü.







Lord magius/Haribo extreme culture aittir.


Devamını okuyun...>>

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Autopsy-Macabre Eternal (2011)


On altı yıl sonra ölüm,karanlık ve gore en saf haliyle karşımızda.

Bunca yıl aradan sonra tekrar Autopsy'den yeni bir albüm dinlemek mutluluk verici.Abcess'ın son albümü ve ard arda gelen 2009 single ve 2010'da ki Ep bu albümün habercisiydi.Macabre Eternal,Autopsy'nın dağılmadan önce ki Shitfun albümünün bir nevi devamı niteliğinde olmuş.Gerçi Shitfun Abcess'e ön hazırlık gibi olsa da benzerlik gösteriyor.

31 mayısta raflarda yerini alacak olan albüm Peaceville record'un internet sitesinde satışa sunulmaya başlandı.


The Tomb of the Within (2010) ep'sinde Danny Liker'ın yer alması sevindirici bir mevzu olmuştu ancak Macabre Eternal 'da Reifert ile birlikte daha önce Abcess'de çalışmış olan Joe Allen yer alıyor.

On iki parçanın yer aldığı albüm toplam bir saat beş dakika süre geliyor.

1.Hand of Darkness
2.Dirty Gore Whore
3.Always About to Die
4.Macabre Eternal
5.Deliver Me from Sanity
6.Seeds of the Doomed
7.Bridge of Bones
8.Born Undead
9.Sewn into One
10.Bludgeoned and Brained
11.Sadistic Gratification
12.Spill My Blood

Uzun bir albüm gibi gözükse de su gibi akıp geçiyor.Autopsy'nin gaddarlığıyla zaman kavramı kayboluyor.Chris Reifert bu albümün kaydı için yeni bir davul seti kullanmış.Dile getirdiğine göre eski tama setinin yerini dolduramaz diyor.Albümün kapak tasarımı ise büyük ihtimal Reifert ait.

Albümün giriş parçası adı gibi insanı karanlığın derinliklerine itiyor.Alçalıp yükselen vokalleriyle çok ilkel bir death metal parçası.Dinsiz imansız hırıltılar ve yüksek tempolu old skoll kazıma albüm kapağında ki havayı fazlasıyla hissettiriyor.Dirty Gore Whore,Autopsy'de duymaya pek alışkın olmadığımız bir riffle açılıyor.Oldukça eğlenceli bir parça.Konser de coşturacağı kesin.Always about to Die,Autopsy'nin adına yakışan bir parça ismi.Başka bir grupta olsa belki sırıta bilirdi.Senelerdir ölümün karanlığını beyinlerimizde işkence edercesine kazıyan Autopsy,All about to Die adlı parçada da bunu gene tekrarlıyor.Klasik bir Autopsy baş yapıtı.




Albümün adını taşıyan parça Macabre Eternal alışık olduğumuz bir Autopsy parçası.İkinci dakikadan sonra muhteşem bir havaya bürünüyor.Deliver Me From Sanity'de devamı niteliğinde birine bağlı parçalar.Seed of Doom,Brige of Bones ve Born Undead albümün taşıyıcı parçaları.
Bu üç parça da ilerleyen zamanlarda in the grip of winter,Service for a Vacant Coffin gibi uzun yıllar unutulmayacak parçalardan.

Son bölümde yer alan parçalar ise tabi ki de karanlık ve şiddet dolu.Özellikle Swen Into One adlı parçanın giriş bölümünden sonra ki kısmı ve harika solosu süper.Sadistic Gratification oldukça uzun bir parça.on bir dakikalık bu parça tam anlamıyla kasvet tohumu.Son bölümüne doğru giren çığlıklar daha da ölümcül bir hale sokmuş.Spill my Blood albümün kapanış parçası.Tempolu ve gaddar olan bu parça ilerleyen yıllar için yeni albümlerin geleceğini gösteriyor.

İşin bir diğer yanı Autopsy bir çok tekrar toplanan gruplar gibi bir kaç bin dolar daha kazanmak için yeniden toplanan furyanın grubu olmaması.Death metal'ı en çiğ ve ölümcül haliyle yeniden kulaklarımıza taşıyan Reifert ve arkadaşları biz dinleyenleri gene derin çukurlara atıp karanlığa gömdü.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.




Devamını okuyun...>>

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Necrophagia-Death Trip 69 (2011)


Sonunda beklenen Necrophagia albümü yayımladı.Uzun süredir dört gözle beklediğim bu albüm,beklentilerimi fazlasıyla karşılıyor.İlk dönem albümlerinin ardından Holocausto de la Morte(1998) tüm zebanileri yeryüzüne yayan Necrophagia yükselişin ardından gelen Divine art of torture (2003) ve Harvest Ritual Volume 1 (2005) korku dünyasının melodilerinin en güzel haliyle death metal dinleyicilerine sundu.

Altı senelik bir aradan sonra Death Trip 69 albümüne ful kadro yenilenerek karşımıza çıkan Necrophagia,Çiğ olduğu kadar da güçlü bir albüme imza atmış.Alışa geldiğimiz Necrophagia ezgilerinin dışında yeni bir anlayışa sahip olan albüm geçmişteki klavye destekli albümleri aratmayacak atmosferde.


Killjoy'un yeni iblisleri ise amerikan yeraltı ortamlarından çocuklar.Zombi davulcu Shawn Slusarek,Bas da temiz yüzlü psikopat Damien Matthews,Gitarda acımasız katil Boris Randall ve tabi ki vokal de şeytan tarafından ele geçirilmiş olan Killjoy yer alıyor.

Bu yeni grup elemanlarının daha önce bilindik bir grupta yer almıyorlar.Sadece Boris Randall'ın kendi projeleri olduğunu biliyoruz.Albüm de konuk sanatçı olarak ise Slipknot gitaristı Mick Thopmson ve Amen vokalı Chasey Chaos yer alıyor.


Season of Mist'den yayımlanan albüm de 10 parça yer almakta.Albüm kapağı ise Killjoy'un kankası olan ohio'lu meşhur dövmeciye ait.Kanımca muhteşem bir kapak.

1.Naturan Demonto
2.Beast with Feral Claws
3.Tomb with a View
4.Suffering Comes in Sixes
5.A Funeral for Solange
6.Kyra
7.Bleeding Eyes of the Eternally Damned
8.Trick R' Treat (The Last Halloween)
9.Deathtrip 69
10.Death Valley 69


Albümün en iyi parçası kesinlikle Bleeding Eyes of the Eternally Damned.Meşhur Lucio Fulci filmi olan City of the Living Dead'den dem vuran parça kesinlikle muhteşem.Killjoy bu albümde bizlere Evil dead,City of the living dead,Black sunday,Night of the living dead,Trick'r'Treat ve Charles Manson'u cehennemin karanlıklarından kulaklarımıza getiriyor.

Giriş parçası olan Naturan Demonto'Evil dead filmindeki ağaçların tecavüz sahnesinden söz etmekte.En iyi tecavüz sahneleri adlı listede de bu sahneye yer vermiştim.Killjoy'da bunu kaçırmamış.


Sadece bu parça için değil albümün geneli olarak geçerli olan bir şey varsa oda daha güçlü rifflerin kullanılmış olması.Kimi zaman core ve grove işler gözden kaçmıyor değil.Yeni elemanların yapmış olduğu iş kanımca beni tatmin etti ve hatta öyle bir iş çıkarmışlar ki yarın öbür gün bir klavyeci gruba alındığı zaman klavye çalacağı yerler açık bırakılmış.Dinlerken bu hissediyor.

Beast with Feral Claws,Albümden yayımlanan ilk parçaydı.Demo hali myspace'de yayımlandığında çok güçsüz gelmişti bana ancak çok klas bir parça.Kurt adam efsanesinden bahsedilen parçanın gitarları ve her zaman ki gibi Killjoy'un vokalleri şahane.

Tomb with a view,Unutulmaz Mario Bava filmi olan Black Sunday'de ki lanetli kadın Katia Vajda hakkında Barbara Steele'ın canlandırdığı bu karakterin mevzuna değiniyorlar.Müzikal olarak ise süper bir parça.Filmin atmosferini tamamiyle dinleyiciye yaşatıyor.Suffring Comes in Sixes,bir seri cinayet çemberini anlatmakta.Tahminimce bundan sonraki gelecek olan Necrophagia albümleri de bu parçanın havasına yakın bir çok parça dinleyeceğiz.A Funeral for Solange,Killjoy'un Enoch da ki çalışmalarına çok yakın bir iş.

Kyra,Night of the living Dead de ki meşhur küçük zombi kıza adanmış en güzel parça.Konuk Amen vokali de bu parça da Killjoy'a eşlik ediyor.Bu küçük zombi dostumuz bir çok punk grubuna ilham kaynağı olduğu gibi death metal ortamlarında da boy gösteriyor.

Albümde yer alan favori parçam ise kesinlikle başta belirtiğim gibi Bleeding Eyes of the Eternally Damned,City of the living dead öyle bir film ki başlı başına tek bir filmden binlerce parça ve onlarca albüme hayat verdi.Benim için bu albümde özel olmasını sağlayan iş ise.Killjoy'un karanlık zekası.Muhteşem bir iş çıkarmış.Konserde cehennemin kapılarını açar.


Trick'r'Treat,Cadılar bayramı mevzularına el atan killjoy,bu yeni yapım filmi iyi dillendirmiş.Film hakkında pek bir şey söyleyemeyeceğim çünkü izlemedim ancak en kısa süre de izleyeceğim.Killjoy bahsediyorsa mercek altına almak şart.Şarkının girişindeki kroslar ve güçlü rifler gayet iyi.Hiç daha önce herhangi bir Necrophagia parçasının enerji dolu bir hal alabileceğini tahmin bile edemezdim.Bu parça konserlerde tozu dumana katar.

Death Trip 69,albümün adında taşıdığı gibi Charles Manson'dan övgülerle bahseden bir parça.Tam bir Necrophagia parçası albümü sırtlayan parçalardan biri.Son parça olan Death Valley 69 da bir nevi devamı gibi kamp ateşi önünde mızıka eşliğinde söylenen akustik bir parça.Şarkı sözleri ise tam Mr.Creppy hikayelerini andırıyor.

Uzun süreli ve sancılı bekleyişin ardından gelen bu muhteşem Necrophagia albümü Death Trip 69 bu kadar beklediğimize kesinlikle deydi.Hem Necrophagia fanları için hem de Necrophagia ile yeni tanışacak olanlar için bu albüm kesinlikle Death Trip 69.

Haribo Puanı:Helter Skelter

Albümde bahsedilen bazı filmler hakkında ki geniş kapsamlı yazıları aşağıda bulabilirsiniz.

Black Sunday
Night of the Living Dead




Lord magius/Haribo extreme culture aittir.


Devamını okuyun...>>

17 Mayıs 2011 Salı

16 Mayıs 2011 Pazartesi

kramp


aynı şarkıyı söylerdik
aynı duvara işerdik

bu işler yalnız olmaz
bak bön bön bakar oldum
bu işler sensiz olmaz
her şeyi yakar oldum
Devamını okuyun...>>

15 Mayıs 2011 Pazar

Kanla yıkanmış bedenler,Dev ve Fare


Tüm gece rüyalarımda seninle uğraştım.
Gerçeklik ve rüya arasında gidip geldim.
Ansızın değişti.
Kan yağmaya başladı.Yüzümde,avuç içlerimde ve hatta ağzımda kan tadını hissediyordum.
Etrafımı betonlar sarmaladı.Kafamı kaldırdım.
Tavana çivilenmiş cesetlerden geliyordu kanlar.Taze cesetler.
Kapı belirdi önümde.Ardından tanımadığım insanlar ellerinde bir kaç parça kağıtla yanıma geldiler.
Sıra ile o kağıtlarda yazanları okudum.Şiirler vardı.Hepsi de resim gibi.
Kurtulmak istedim o odadan çıkamadım.
Sonra babamın geldiğini hatırladım.Onunda elinde bir kaç parça kağıt vardı.
Bir takım şiirler...
Çeşit çeşit.
Sonra odanın içinde masa belirdi.Ardından küçük bir kafes ve kağıt-kalem.
Masanın başına gittim.Kafesin içinde bir fare vardı tavandan damlayan kanlarla keyifleniyordu.
Yaz hadi ne duruyorsun dedi.Ne diyorsam onu yaz.
Yazdıkça yazdım.Ne diyorsa onu yaptım.
Kadınlardan bahsediyordu.İnsan kadınlara olan tutkularından bahsedip durdu.
Vajinal kokunun tahrik ediciliğinden bahsetti ve sonra bir seferinde bir kadının vajinasında geçirdiği geceyi anlatı.
Dayanamayıp tüm vajinayı içten dışa doğru kemirmiş.
Anlattıkça o yazdıkça da ben keyifleniyordum.
Onun hissettiklerini hissetmeye başladım.
Güneş doğdu birden.Etrafımı çevreleyen duvarlar silindi gitti.
Tam karşımda bir ada belirdi.Adanın zirvesinde Bir ev.
Işıkları yanıp sürüyordu.Fare omuzumdaydı.Git oraya dedi.
Sahile indim.Denizin içine doğru yürümeye başladım.
Dipten yürüyordum.Deniz kızları vardı.Kayalıkların etrafında.Panik içinde birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı.
İlerledikçe derinleşiyor derinleştikçe karanlığın kucağına doğru ilerliyordum.
Yüzmek istedim ama sadece yürüyebiliyordum.
Arkamı dönüp baktım.El sallayan insanlar vardı arkamdan.Tanımıyordum hiç birini.
Adaya çıktığımda hiç bir şey yoktu etrafta.Tepeye doğru baktım.Bomboştu.Gök gürültüsünü andıran bir ses geldi.
Sen kimsin ?
Kayanın arkasına saklandım.Yer sallanmaya başladı.Bir gölge belirdi.Güneşi kapatıyordu.
Kafamı kaldırıp baktığımda karşımda bir dev vardı.
Elini uzattı.eline tırmandım.Yüz hizanına geldim.
Uzun uzun baktı bana.Sen beni yok etmek için gelen genç adam değilsin dedi.
Konuşamıyordum.Uzun uzun baktım ona.
bana bakıp bakıp kahkahalar atıyordu.Her attığı kahkahada güneş daha çok ısınıyordu.
120 insan boyundaydı.İnsanların inşaa ettiği tüm binalar onun yanında cüce gibi kaldı.Biz insanlar ise pire.
Bana yardım et insan dedi.Bana yardım etki sana benim güçlerimi vereyim.Sen kurnazsın,bilgesin bense et beyin.
Sen istiyor sadece git ve bana 3 güzel getir.Bu 3 güzeli sen seç.3 farklı güzel.
Kafamla onayladım.Beni geldiğim yöne doğru fırlattı.
metrelerce yuvarlandıktan sonra kendimi bir çukurun içinde buldum.Derin bir çukurdu.Gene fare belirdi.
Beni takip et seni buradan çıkartacağım dedi.
O kazdı ben peşinden gittim.
Güneşli pırıl pırıl bir yere çıkmıştık.
Ne yapacağımı bilmez haldeyken güneşin neşeli pırıltıları keyfimi daha çok kaçırıyordu.
Karanlık havalar her zaman daha keyifliydi benim için.
Devin istediği 3 güzeli aramaya koyuldum.Aradıkça ulaşamıyor.Ulaşamadıkça sinirleniyordum.
Aramaya devam ettim ve bu böyle süre geldi.Sabretmem gerektiğini bir an hissetim.
Sakinleşip etrafıma bakındım.
Derken gözlerimi açtım.Saate baktım ve tek uykuya koyuldum.


Lord magius/Haribo extreme culture aittir.


Devamını okuyun...>>

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Guinea Pig 2 :Flower of Flesh and Blood


Uzak doğu sinemasında gore denince ilk akla gelen kesinlikle Guinea Pig serisidir.Japonların gaddar serisinin ikincisi olan Flower of Flesh and Blood,Killjoy'a şarkı yazdıracak kadar gaddar olan bu film serinin geneline göre orta seviyede olsa da mevzusu acısından büyüleyici.

Hideshi Hino tarafından yönetilen fiilm,aynı zamanda manga çizeri olan Hino'nun kendi karanlık fantezisini özetlemekte.Kendisininde baş rolde yer aldığı film 1985 yılında kanlı film izleyicilerinin beğenisine sunuldu.Kurban rolünde ise Kirara Yugao yer alıyor.



Tokyo'da tüm kiraz çiçekleri açtığı zaman garip çizimleriyle ünlü karikatürist Hideshi Hibino,kendisini karikatürist Hideshi Hibino'nun hevesli bir hayranı olarak tanıtan kimliği belirsiz bir kişiden korkunç bir paket aldı. Paket 8 mm boyutunda bir film, 54 hareketsiz resim ve 19 sayfalık bir mektup içeriyordu.Mektup, karikatüriste gizli bir yerde estetik paranoyası olan bir kişi tarafından dehşet verici ve acayip bir suçun işlendiğini anlatıyordu.8 mm'lik canlı ve gerçek olan film kimliği belirsiz bir kişinin, bir kadının vücudunu parçalara ayırışını ve koleksiyonuna koyuşunu gösteriyordu. Bu yüzden bu filmin başka insanlara gösterilmemesi gerekiyordu.Hideshi Hibino 8 mm'lik filmi, resimleri ve mektubu temel alarak yeniden düzenlediği bu yarı belgesel filmi tekrar oluşturdu.

-Güzelliğin Kusursuzluğu-

Katilin anlattıklarında özellikle değindi asıl mevzu çiçekler ve vahşetle gelen güzellik.Kurbanın bileklerini kesmeden önce verdiği uyuşturucu sayesinden  bir kaç dakika sonra başlayacak işkenceden zevk alacağını dile getiriyor.İlerleyen karelerde kurbanın tüm uzuvları parçalanırken,inlemeleri gözden kaçmıyor.


Kan ve Et =Kusursuz Çiçekler

Ne kadar görsel olarak  sıradan bir şiddet eylemi gibi gözükse de  yapılan  şiirsel bir anlatım var.Kurban maruz kaldığı işkenceden hiçbir şekilde acı hissetmez.Sadece acı hissetmemekle kalmaz ayrıca bundan oldukça da zevk alır.Parlak kırmızı kanı seksi bir şekilde akmaya ve beyaz derisinde desenler oluşturmaya başladığı
zaman, kan ve etin çiçekleri kızıl bir denizde sarhoş edici ve gerçekten göz kamaştırıcı bir sevinçle büyüyüp gelişir.


Hayatta kesinlikle bundan daha güzel hiçbir şey yoktur.


Bu sözcüklerle yaptığı işi şiirselleştiren Hideshi Hido,Samuray kostümüyle de farklı bir görünüm sergilemekte.Filmde bir kaç esinlenme yer almakta Incredible  Torture Show aka Blood Sucking Freaks (1976) da ki göz yeme sahnesi ve The Last House on Dead End Strest (1977) de ki çektikleri film kızı parça parça doğrama sahnesi Guinea Pig ile benzerlik göstermektedir.


Filmle alakalı en tuhaf mevzu ise 1991 yılında meşhur Charlie Sheen bu muhteşem yaptı izledikten sonra gözlerine inanamaz ve filmin illegal bir snuff film olduğunu düşünür.Ardından FBI ile bağlantıya geçer.FBI konu ile ilgili araştırma yapar ve gerçekler açığa çıkar.Bu durum aslında Hollywood'un temiz çocuklarıı tarafından  böyle bir tepkiyle karşılaşması gayet normal.

Özetle saf bir sadizm örneği teşkil eden bu film kesinle üstünde durulması bir yapım.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.


GUINEA PIG 2 THE FLOWER OF FLESH AND BLOOD TRAILER scootaway




Devamını okuyun...>>

11 Mayıs 2011 Çarşamba

House of the Mortal Sin (1976)




Sadizm ve günahkarlığın en kanlı görüntülerini sergileyen başlıca isimlerden biridir Pete Walker.İngiliz  düşük bütçeli film yönetmenlerinin başını çeken Walker,maliyeti azaltmak için çok ince ayrıntıları bile gözden kaçırmıyor.Hatta bunun en belirgin hali ise gündüz çekimlerinin dahi karanlık olması.


House of Whipchord (1974) 'un ardından 1976 yılında House of the Mortal Sin filmiyle gene kan donduruyor.


Bir çok korku filminde senaryosunu yazan David McGillarvy ile senaryoyu paylaşmışlar.Başta kötü adam karakteri olan Xavier Meldrum'ı Peter Cushing oynamayı kabul etmiş.Daha sonra senaryoyu okunduğunda öfkeyle karşılayıp,rolü geri çevirmiş.Kanımca şaşırtıcı bir durum değil.Cushing'ın genel olarak aldığı rollere baktığımız da bu filmde oynaması kariyerini farklı boyuta sürüklemesi içten bile değil.

Buna rağmen Walker'ın son filmi olan House of the Long Shadows (1983) diğer korku kralları ile yer almakta.

Durum böyle olunca Cushing'ın yerine birçok hollywood filminde de yer alan Anthony Sharp yer alıyor.




Kurbanlar kadrosunda ise Susan Penhaligon,,Stephanie Beacham ve Norman Eshley boy göstermekte.

Sıra dışı senaryo ve kurguya sahip olan House of  Mortal Sin,House of Whipchord'dan daha gaddar olduğu kesin.Sahneler aktıkça da heyecan ve gerilim oranı bir o kadar artıyor.

Yedi günahtan biri olan Şehvete karşı şeytani bir kibirle savaş açan rahip Meldrum kurbanları olarak genç insanları seçmekte.Evlilik dışı ilişki yaşayan kadınları cinsel ilişkiye zorlayan ve tehdit kasetleri kaydeden Meldrum ,insanların en güvendiği tanrının evindeki kötülüğün efendisi gibi bir tavır sergilemekte.Meldrum karakterindeki yaklaşım anlayışı ise farklı bir Ed Gein bakış açısı.Tıpkı diğer Ed Gein uyarlamalarında olduğu gibi insanların güvendiği ve kurbanlarını sapkınlıkları yüzünden kendince cezalandıran bir tavır sergilemekte.



Filmde ise bize kurban olarak seçtiği Jenny Welch'ın başına gelenler izletiyor.Kısaca söylemek gerekirse Genç Kadının hayatını sikiyor.Birlikte yaşadığı sevgili Terry'ın evden ayrılmasıyla alt-üst olan Jenny birileriyle acısını paylaşmak ister ancak çevresindekilerden bu karşılığı alamayınca şuursuzca kilisenin yolunu tutar.Başta yeni rahip olmuş eski bir arkadaşı olan Benard Cutler'ı görmek için gittiği kilisede farkında olmadan günah çıkarma kabininde yerini alır ve savunmasızca Meldrum'un tuzağına düşmüştür.Rahip ile aralarında geçen tartışmadan ablasına bahsetse de ablası ona inanmaz.

Ablasının yaklaşımı ise şudur:Bir rahip öyle bir iş yapmaz.

İnsanların en güvendiği yerlerden biri olan din kurumlarının içi durumunu ve din adamlarının yasaklar karşısında ki çaresizliğini en ekstrem şekilde göz önüne seren House of the Mortal Sin'de ki tek kötü olan nokta ise çekimlerin fazla karanlık olması.Filmi izlerken ekran ayarlarıyla bir süre mücadele etmek sorunu çözüyor.


Filmdeki vaftiz topu ile işlenen cinayet ve tespih ile boğma sahnesi görülmeye değer.Öte yandan tabi ki de filmin odak noktasında olan Jenny Welch ise dünya gözüyle cehennem azabı çekmekte.

Son olarak filmi izlemek için yönetmenin adının yeterli olması bir yana filmin tarzındaki bir çok filme karşın farklı senaryosuyla kesinlikle izlenmeli.

Not:Peter Walker Black Metal,Black/Death,Satanic Death Metal gibi bir çok tarza vakti zamanında çektiği filmlerle hizmet etmiş.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.






Devamını okuyun...>>

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Amerika'nın Geleceği

Amerika'nın dışına çıktığı anda İngilizce'den farklı dil konuşulduğunu görüp şok olan et beyinli bir milletten bahsediyoruz.

Gerçekten çok ilginç ve çarpıcı bir belgesel. İlgilenenler için devamı youtube'da var.
Devamını okuyun...>>

8 Mayıs 2011 Pazar

Conquest(1983)


Fantastik dünyanın beyaz perdeye aktarılması ile bu zaman-mekan kavramı yitik hayaller dünyası sinema izleyicisine roman sayfalarından görsele geçiş yaptırmıştır.Bu furyanın ilk yıllarında Lucio Fulci'de payına düşeni almayı bilmiş.

The Sword and the Sorcerer(1982)'ın bir nevi İtalyan uyarlaması olan Conquest (1983),Fulci gözünden fantastik dünyayı bize izletiyor.Her zaman ki ekibiyle çalışan Lucio Fulci kendi kanlı ve karanlık tarzını Conquest'de hiç çekinmeden sergilemiş.

Baş rolünde Jorge Rivero,Andrea Occhipinti ve Sabrina Siani'nın yer aldığı film ,barbarlar diyarında geçen Herkül var-i bir öyküye sahip.

Kılıç ve Büyü'nün babası olarak kabul edilen Robert E.Howard'ın Conan ve Solomon Kane gibi hikayelerini ucundan da olsa anımsatan Conquest daha çok Heros III adlı  oyundaki barbar ırkının mevzularını anımsattı.

Tanrılar tarafından sınanan genç Ilias'ın tanrıların armağan ettiği büyülü bir yayla barbarlar diyarından geçen kendini ispatlama çabası Mace adındaki savaşçı bir barbarla,Ocron adındaki kötülüğün kraliçesine açtıkları savaş kaderlerini çizerler.

Şehvetli Ocron yaratık askerleriyle çevrede yaşayan insanlara zulüm ederek kendini tanrıça ilan ettirmiştir.Onun için kurban veren ilkel insanları bu illeten tabi ki Ilias ve Mace kurtaracaktır.Gelen tehlikenin farkında olan Ocron,kendisi gibi kafası metal bir maskeyle kaplı olan Fado'dan yardım ister ancak Fado'nun güçü Ilias ve Mace'e engel olamaz.

Bir çok fantastik film ve hikaye'e nazaran daha çok şiddet içermesi ve altında insanlık namına bir mesaj olmaması açıkça beğenimi arttırdı.Fulci bu filminde de zombilere yer vermesi gayet güzel.Bunun dışında Kötü Kraliçe Ocron'un yılanlar ile yaptığı seksi ritualler ise göz alıcı.


Türünün popüler örneklerinin yanında sönük kalsa da Fulci'den dolayı daha farklı bir tatta sahip olması izlenebilirliğini arttırmıış.Ortanda ki kalkmaz bilmek sis ve alaca karanlıkta atmosferik bir fantezi dünyasına geçiş sağlıyor.

Filmin en meşhur sahnesi ise.Ocron'un yaratık askerleri tarafından bacaklarından çekiştirilerek ortadan iki yarılan kadının yer aldığı sahne.Fulci'e yakışır bir iş.

Fulci filmleri arasında gölgede kalan Conquest 80'lerin barbar furyasından payını alan güzel bir film.





Lord magius/Haribo extreme culture aittir.


Devamını okuyun...>>

7 Mayıs 2011 Cumartesi

The Lodger:A Story of the London Fog (1927)


Alfred Hitchock'un ilk filmlerinden The Lodger:A Story of the London Fog sesiz sinemanın en ileri eserlerinden biri.1927 yılında beyaz perde de yerini alan bu karanlık hikaye aynı zamanda en iyi sesiz korku filmlerindendir.

Londra'nın karanlık sokaklarında ki şeytani bir yüz olan karın deşen jack'ten esinlenerek yazılan Lodger adlı romandan uyarlama olan film.Alfred Hitchock'un gerilim ve gizem hakkındaki ilk çalışmasıdır.

Marie Belloc Lowndes tarafından yazılan bu esrarlı hikaye daha sonraki yıllarda da popülerliğini yitirmeyip beyaz perde ki yoluna devam edecektir.

Döneminin büyük oyuncularından olan Ivor Novello'nun kiracı rolünde yer aldığı filmde Alfred Hitchock'un müthiş yönetmenlik kabiliyeti filmi günümüzde dahi heyecan verici halde olmasını sağlamaktadır.

İntikamcı (Avenger) adındaki bir seri katilin londra sokaklarında yaratığı korku ve dehşeti çevredeki insanların dram ve merakları üzerinden anlatarak ilerleyen Hitchock,Dönemi için ileri grafik ve çekim teknikleriyle izleyenleri şaşırtmaktadır.
Film'ın ilk sahnelerinde gözüken çakarlı yazılar ''Bu akşam altın bukleler ve Cinayet'' gibi yazılar oldukça dikkat çekici.Bunun dışında kiraladığı dikkatleri üzerine çeken kiracının oda da volta attığı sahne ve o sahnelerin aktarımı sıra dışı tarzıyla Alfred Hitchock'un kalitesini ortaya koymaktadır.

Filmin en meşhur sahnesi olan linç sahnesi ise sinema tarihine altın harflerle kazınmıştır.Alfred Hitchock'un ilk dönem filmlerinden olan The Lodger:A story of the London fog tüm sinema severlerin izlemesi gereken bir film olduğu kesin kanımdır.
Lord magius/Haribo extreme culture aittir.


Devamını okuyun...>>
Related Posts with Thumbnails