15 Mart 2009 Pazar

Charles Bukowski : KADINLAR



Amerikalı alkolik şair ve edebiyatcı CHARLES BUKOWSKI paşanın her ay bir kitabını tanıtmak ve bugüne kadar henüz keşfetmemiş okuyucuları yönlendirmek icin tıkırdatıyoruz klavyeyi.

Bu ay elbette yazarın ölümsüz eseri KADINLAR ile işe koyuluyoruz.




"Ayrılıkları düşündüm, ne kadar zor olduklarını, ama bir kadından ayrılmadan başka bir kadınla ilişkiye giremiyordun. Kadınları gerçekten tanımak, içlerine nüfuz etmek için onların tadına bakmak gerekiyordu. Erkeği kafamda tasarlayabiliyordum, çünkü ben de erkektim; ama kadınları yeterince tanımadığım için onlar hakkında yazamıyordum. Bu yüzden onları elimden geldiğince araştırıyor, içlerinde insani şeyler keşfediyordum. Yazma faslı unutulmalıydı. Yaşanan tamamlanmadan hakkında yazmak yazıyı yaşananın gölgesinde bırakmak demektir. Yazmak işin tortusuydu sadece. Bir erkeğin kendini hissedebileceği kadar sahici hissetmesi için bir kadın tanıması gerekmiyordu, ama birkaç tane tanımanın da zararı yoktu. Böylece ilişki bittiğinde kendini gerçekten yalnız ve delirmek üzere hissetmenin ne olduğunu öğreniyor,sonun geldiğinde neyle yüzleşeceğine dair fikir sahibi oluyordum."


".. Lydia Vance'i ilk kez nerede gördüğümden emin değilim. 6 yıl kadar önceydi, postanedeki memuriyetimden istifa etmiş, yazar olmaya çalışıyordum. Korkudan ödüm bokuma karışıyor, her zamankinden daha fazla içiyordum. İlk romanımı yazmaya çalışıyordum. Yazarken her gece bir şişe viski ve altılık bira paketleri tüketiyordum. Ucuz puro tüttürüyor, yazıyor, içiyor, ortalık aydınlanıncaya kadar radyoda klasik müzik dinliyordum.

Gecede on sayfa gibi bir hedef saptamıştım ama ancak ertesi gün bilebiliyordum kaç sayfa yazdığımı. Sabah kalkar, kusar, sonra kaç sayfa yazdığıma bakmak için salona girip kanepenin üzerindeki sayfaları sayardım. On sayfadan fazla olurdu mutlaka. Bazen, 17, 18, 23, 25 sayfa. Tabii ki işin temizlenmesi, hatta bir kısmının çöpe atılması gerekiyordu. Yirmi bir gecemi aldı o ilk romanı yazmak.

Yaşadığım avludaki binaların sahipleri hemen arkamdaki dairedeydiler ve aklımı kaçırmış olduğumu düşünüyorlardı. Her sabah uyandığımda ön balkonda büyük bir kesekağıdı bulurdum. İçeriği genellikle değişirdi, ama daha çok domates, turp, portakal, yeşil soğan, çorba konservesi ve kırmızı soğan olurdu kesekağıdında. Her iki gecede bir onlarla bira içerdim. İhtiyar sızar, yaşlı karısı ile elele tutuşup arada sırada öpüşürdük. Kapıdan çıkarken sıkı yumulurdum mutlaka. Yüzü kırış kırıştı, ama bu onun suçu değildi. Katolik'ti, Pazar sabahları pembe şapkasını başına geçirip kiliseye giderken pek hoş görünürdü.

Lydia Vance'i ilk şiir dinletimi verdiğim gece tanımıştım galiba. Kenmore Bulvarı'nda bir kitapevinde, The Drawbridge. Ödüm bokuma karışıyordu yine. Üstün, ama ödü bokuna karışmış hissediyordum kendimi. İçeri girdiğimde sadece ayakta duracak yer vardı. Zenci bir hatunla yaşayan kitapevinin işletmecisi Peter'ın önünde bir yığın banknot duruyordu. "Her dinleti böyle dolsa bir Hindistan yolculuğu daha yapabilirim!" dedi bana. İçeri girdim, alkışlamaya başladılar. İlk şiir dinletimdi, bekaretimi kaybetmek üzereydim.

Yarım saat okuyup ara verdim. Henüz ayıktım, karanlığın içinden bakan gözleri fark edebiliyordum. Birkaç kişi yanıma gelip benimle konuştu. Sonra bir boşluk anında Lydia Vance rampa etti. Masalardan birine oturmuş bira içiyordum. Ellerini masanın kenarına koydu, eğildi ve bana baktı. Uzun, kestane rengi saçları vardı, çok uzun. Burnu dikkat çekiciydi, gözlerinden biri diğerine tam uymuyordu. Ama hayat saçıyordu -biliyordunuz orada olduğunu. Aramızda bir elektriklenme olduğunu hissedebiliyordum. Bu elektrik dalgalarının bazıları kafa karıştırıcı ve nahoştu, ama oradaydılar. O bana baktı, ben de ona. Yakası saçaklı süet bir kovboy ceketi vardı Lydia Vance'in üzerinde. "Püsküllerini parçalamak isterdim," dedim ona, "ordan başlayabiliriz!"

Lydia gitti. İşe yaramamıştı. Hiçbir zaman bilemedim kadınlara ne diyeceğimi. Ama kıçı güzeldi. Benden uzaklaşan o harikulade kıçı seyrettim.

Dinletinin ikinci bölümünü tamamladım ve kaldırımda yanlarından geçtiğim kadınları nasıl unutursam, Lydia Vance'i de öyle unuttum. Paramı aldım, birkaç peçeteyle birkaç kağıt parçası imzaladım, sonra çıktım ve eve gazladım.

Her gece ilk romanımın üzerinde çalışıyordum. 18:18'den önce asla başlamazdım yazmaya. Annex Terminal'i Postanesi'nde çalıştığım günlerde mesaimin başlama saatiydi 18:18. Saat 18:00'di geldiklerinde: Peter ve Lydia Vance. Kapıyı açtım. "Bak Henry, ne getirdim sana!" dedi Peter.

Lydia sehpanın üzerine çıktı. Daha önce üstünde gördüklerimden bile dar bir kot giymişti. Uzun, kestane rengi saçlarını bir yandan öbür yana savurdu. Deliydi; mucizevi. İlk olarak onunla gerçekten sevişme ihtimalini düşündüm. Şiir okumaya başladı. Kendi şiirleri. Berbattılar. Peter onu durdurmaya çalıştı.

"Hayır! Hayır! Kafiyeli şiir okunmaz Chinaski'nin evinde!"

"Bırak, okusun, Peter!"

Kalçalarını seyretmek istiyordum. Sehpanın üzerinde uzun adımlarla bir ileri bir geri gidip geliyordu. Sonra dans etmeye başladı. Kollarını salladı. Şiirleri çok kötüydü, vücudu ve deliliği değil.

Sehpadan yere sıçradı Lydia.

"Beğendin mi, Henry?"

"Neyi?"

"Şiirleri."

"Beğendiğimi söyleyemem."

Lydia elinde şiir sayfalarıyla öylece duruyordu. Peter onu tuttu. "Düzüşelim!" dedi ona.

"Hadi, düzüşelim!"

Lydia onu itti.

"Pekala," dedi Peter. "Öyleyse ben gidiyorum!"

"Gidersen git. Benim arabam var," dedi Lydia. "Eve dönebilirim."

Peter kapıya gitti. Durup döndü. "Pekala, Chinaski! Sana ne getirdiğimi unutma!"

Kapıyı çarptı ve gitti. Lydia kanepeye oturdu, kapıya yakın. Bir metre uzağına oturdum. Baktım ona. Harikulade görünüyordu. Korkuyordum. Uzanıp saçına dokundum. Sihirdi saçları. Çektim elimi. "Hepsi senin saçın mı gerçekten?" diye sordum. Biliyordum onun olduğunu. "Evet," dedi, "hepsi benim." Elimi çenesinin altına yerleştirip son derece becereksiz bir biçimde yüzünü kendime doğru çevirmeye çalıştım. Kendimden emin değildim bu durumlarda. Hafifçe öptüm.

Ayağa fırladı Lydia.

"Gitmem gerek.

Çocuk bakıcısına para ödüyorum."

"Dur," dedim, "kal. Ben öderim. Biraz daha kal."

"Hayır, kalamam," dedi. "Gitmeliyim."

Kapıya doğru yürüdü. Peşinden gittim. Sonra kapıyı açtı. Sonra döndü. Tuttuğum gibi kendime çektim. Yüzünü kaldırıp minicik bir öpücük verdi bana. Sonra geri çekilip şiir sayfalarını tutuşturdu elime. Kapı kapandı. Elimde sayfalarla kanepeye oturup arabasını çalıştırışını dinledim.

Şiirler teksir edilip zımbalanmışlardı, başlığı da HERRR'di. Birkaçına göz gezdirdim. İlginçtiler, mizah ve cinsellik dolu, ama kötü yazılmışlardı. Lydia ve üç kızkardeşine aittiler -bir arada şen şakrak ve seksi.

Sayfaları fırlatıp viski şişesini açtım. Hava kararmıştı. Radyoda daha çok Mozart, Brahms ve Bee çalıyordu... "

“..Aldıklarımın ücretini öderken ,kısa kırmızı etegi ve naylon corabı ile su kancık Tessie ‘yi düsündüm.Bahse girerim en az bir düzine iyi herifin canına okumustur bu karı, hiç düsünmeden.Bence onun sorunu ” düsünmemekti” Sevmezdi düsünmeyi.
Buda cok iyiydi cünkü düsünmenin ne yasası nede kuralı vardı.
Ama 50’sine geldiginde düsünmeye baslayacaktı! O zaman basında örtüsü pudralı yüzü ile mutsuz halde üstü peynir patates cipsi domuz pirzolası kırmızı sogan ve litrelik Jim Bean dolu el arabasıyla bir süpermarkette millete carpa carpa kasaya dogru kendisine yol acmaya calısan bir huysuz kokana oldugu zaman düsünmeye baslayacaktı!…”

Kanepenin arkasından yürüyüp yanına gittim ve cenesinden tutup kafasını yukarı kaldırdım.
Dudaklarından öptüm büyük bir kafası vardı.Gözlerinin altında pembe makyaj lekeleri vardı.Bayat kayısı suyu gibi kokuyordu.

Ince gümüs zincirler takmıstı kulagına, uclarında minik toplar vardı.Öpüsürken bluzuna uzandım bir gögsünü buldum,avucladım oksamaya basladım.Sütyensizdi..Sonra dogrulup elimi gögsünden cektim karsı kanepeye oturdum.

Tessie
” senin gibi cirkin yaslı bir orospu cocugu icin takımların oldukca iri” dedi

bende
” debra dönünceye kadar ayaküstü is bitirmeye ne dersin?” dedim.

”Sanırım ölcüyü kacırıyorsun!”dedi…

Uzun takma kirpikleri ile bana baktı rujlu iri dudakları vardı.Aniden beni yakaladı dudaklarıma yapıstı.Cok heyecanlıydı sanki tecavüz ediliyormusum gibi geldi.Kamısım kalktı. O beni öperken elim asagılara kaydı…

”haydi..”dedim öpüsürken onu Debra’nın yatak odasına cektim yatagın üstüne ittim ayakkabı ve pantolonumu cıkardım.Uzun kırmızı etegini kalcalarının üstüne kadar sıyırdım.Dısardaki bir stereodan senfonik müzik geliyordu.Tessie’nin gözleri kapalıydı inlemeye basladı…..”


Related Posts with Thumbnails